19 Şubat 2009 Perşembe

Desen Çalışmalarımdan Örnekler (Doğa)

Leia Mais…

Pervane

Leia Mais…

karanfil

Leia Mais…

Eflatunlu



Leia Mais…
18 Şubat 2009 Çarşamba

Kukita dünyası

Leia Mais…

Güz Yaprakları

Leia Mais…

Karışık Simetri

Leia Mais…

İ.Ö

Leia Mais…

Bazen düsündüm...

Leia Mais…

Balkan kahramanı

Leia Mais…

Bahar Renkleri

Leia Mais…

yılanlar, yalanlar, yollar...

Leia Mais…

Gentile Bellini



Eserin Adı: S. Lorenzo Köprüsünde Haç Mucizesi
Yapım tarihi: 1500
Orijinal Ebadı: 323 x 430 cm
Tekniği: Tuval Üzeri Tempera
Bulunduğu Yer: Gallerie dell'Accademia / Venedik - İtalya




Eserin Adı: Fatih Sultan Mehmet
Yapım tarihi: 1480
Orijinal Ebadı: 69,9 × 52,1 cm
Tekniği: Tuval Üzeri Yağlıboya
Bulunduğu Yer: National Portrait Gallery, / Londra - İngiltere




Eserin Adı: Madonna ve Çocuğu
Yapım tarihi: 1460
Orijinal Ebadı: 73.5 x 45.5 cm
Tekniği: Ahşap Üzeri Yağlıboya
Bulunduğu Yer: Gemäldegalerie / Berlin - Almanya




Eserin Adı: Papaz Portresi
Tekniği: Tuval Üzeri Yağlıboya
Bulunduğu Yer: Museum of Western Art / Kiev - Ukrayna




Eserin Adı: San Marco Meydanında Tören
Yapım tarihi: 1496
Orijinal Ebadı: 367 x 745 cm
Tekniği: Tuval Üzeri Tempera
Bulunduğu Yer: Gallerie dell'Accademia / Venedik - İtalya



(1429-1507) Rönesans döneminde Venedik'te yaşamış İtalyan bir ressamdır. 1478 yılında Venedik Cumhuriyeti tarafından Fatih Sultan Mehmet'in portresini yapmak üzere İstanbul'a gönderilmiştir.

İstanbul Öncesi Yaşamı


Gentile Bellini ressam bir ailenin çocuğu olarak 1429 yılında Venedik'te dünyaya geldi. Babası Jacopo Bellini ve özellikle erkek kardeşi Giovanni Bellini de o dönemin çok ünlü ressamlarındandı. O dönemde yetenekli ressamlar çok saygı görmekteydiler. İtalyan yarımadasının kuzeyindeki Floransa ve Venedik gibi kentlerinde yaşayan sanatçılar Rönesans döneminin çekirdeğini oluşturmaktaydılar. Gentile ve Giovanni o dönemde özellkle birçok dinsel temaları tablolar yaptılar. Venedik'teki Scuola Grande di San Marco binasının içindeki tabloları da iki kardeşler birlikte yapmışlardı. Gentile Bellini Venedik'teki Dükler Sarayında da birçok tablolar yaptı ama 1577 yılında çıkan yangında bu tablolar yok oldu.

Gentile Bellini'nin döneminde Osmanlı-Venedik İlişkileri


İtalyan yardımadasında o dönemde tek bir devlet yerine birçok kent krallıkları bulunuyordu. Bunlardan en güçlülerinden biri de yarımadanın kuzeydoğu bölgesinde yer alan Venedik Cumhuriyetiydi. Venedik ilk önceleri Bizans İmparatorluğunun bir parçasıyken bağımsızlığını kazanmış, güçlü filosuyla başta Girit ve Kıbrıs olmak üzere birçok Ege ve Akdeniz adalarını eline geçirmişti. Venedik 1204 yılında Konstantinopolis'i talan eden 4. Haçlı Seferinde önemli bir rol oynamıştı ve Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u fethettiğinde kentte büyük bir Venedikli toplumu yaşamaktaydı. İstanbul'un Osmanlıların eline geçmesi Venedik'e büyük bir zarar verdi. O yüzden 1453-1479 yılları arasında Venedik ile Osmanlılar arasında birçok çatışmalar yaşandı. Sonunda Venedik Senatosunun Osmanlıların yaptığı barış önerisini kabul etmesiye bu çatışmalar sona erdi. Barış anlaşması Venedik'in Osmanlılara büyük bir miktarda ödeme yapmasını öngörmesinin yanısıra olağanüstü başka bir koşul daha içeriyordu. Fatih Sultan Mehmet portresini yapmak üzere Venedik'in en yetenekli ressamlarından birinin İstanbul'a gönderilmesini öngörüyordu. İşte Bellini bu koşullar altında 1479 yılında İstanbul'a geldi, kaldığı 16 ay boyunca Fatih Sultan Mehmet'in ünlü portresinin yanısıra birçok tablolar ve çizimler yaptı.


Gentile Bellini'nin İstanbul Seyahati

Fatih Sultan Mehmet tablosunu yapmasına izin vermeden önce Bellini'nin yeteneğinden emin olmak istemişti. Bu nedenle Bellini İstanbul'daki ilk aylarını sarayda çeşitli insanların tablolarını yaparak geçirdi. Yukarıda görülen "Oturan Katip"" adıyla anılan tablosu da bunlardan biridir. Boston'daki İsabella Gardner Müzesinde bulunmaktadır.

Gentile Bellini'nin Fatih tablosu en önemli tablolarından biridir. Tablonun sağ alt köşesinde latin harfleriyle 25 Kasım 1480 tarihi atılmıştır. Tablonun gerçekçiliği dikkat çeker. Bellini Fatih'in kanca burnunu aynen olduğu gibi yansıtmıştır. Fatih'in Bellini'ye bu tablosunu yaptırtması onun zamanına göre açık görüşlü bir insan olduğunu gösterir. Ne yazık ki ölümünden sonra yerine geçen II. Bayezid tutucu ve dindar bir padişahtı. Babasının ölümünden sonra bu tabloyu ve Bellini'nin İstanbul'da yaptığı diğer tabloları pazarlarda sattırdı. Venedikli tüccarlar ucuz fiyatlara bu ve diğer tabloları satın alarak Avrupa'ya götürdüler. Bugün Fatih Sultan Mehmet'in Bellini tarafından yapılmış bu tablosu Londra'daki National Gallery'ye aittir.

Leia Mais…

Lale Devri minyatürcüsü: Levni


Levni (17. yüzyıl sonları, Edirne- 1732, İstanbul), asıl adı Abdülcelil Çelebi, Lale Devri'nin en tanınmış minyatürcüsüdür. Minyatür sanatına derinliği ve perspektifi getirmiş, yapay, yaldızlı ve canlı renkler yerine daha doğal renkler kullanmıştır.

Topkapı Sarayı'ndaki nakkaşhanede tezhip öğrendi, daha sonra da II. Mustafa zamanında sarayın başnakkaşlığına getirildi. III. Ahmet döneminde de bu görevini sürdürdü. Lale Devri'nin insanı olmasından dolayı, minyatürlerinde daha çok eğlence sahnelerini işledi. Şair Vehbi'nin, III. Ahmed'in şehzadelerinin 1720'deki sünnet düğünün anlatan Surname'sini süsleyen minyatürleri Levni'nin en ünlü eserleri arasındadır.




[Levni_152.jpg]


[Minyature_023.jpg]


Perspektif, resmettiği insanların kişisel özelliklerini yansıtmaya verdiği önem, resimdeki renk ve kompozisyon uyumu Osmanlı Minyatür sanatı için oldukça önemli yeniliklerdi.

Levni'nin eserleri arasında Kaygusuz Abdal minyatürü bulunmaktadır.

Leia Mais…

Mimar Sinan


Kayseri’nin Ağırnas köyünde doğdu, 17 Temmuz 1588‘de İstanbul’da öldü. Doğum tarihi kesin değildir. Ailesine ve yaşamına ilişkin bilgiler, çağdaşı Sâi Mustafa Çelebi’nin onun ağzından yazdıklarına, mimarbaşı olduğu dönemden kalan yazışmalara, kendi vakfiyesine ve yazarı bilinmeyen belge ve kitaplara dayanmaktadır. Kaynaklara göre Sinan, I.Selim (Yavuz) padişah olduktan sonra başlatılan ve Rumeli’de olduğu gibi Anadolu’dan da asker devşirmeyi öngören yeni bir uygulama uyarınca 1512‘de devşirilerek İstanbul’a getirildi. Orduya asker yetiştiren Acemi Oğlanlar Ocağı’na verildi, 1514′te Çaldıran Savaşı’nda 1516 - 1520 arasında da Mısır seferlerinde bulundu. İstanbul’a dönünce Yeniçeri Ocağı’na alındı. I. Süleyman (Kanuni) döneminde 1521‘de Belgrad, 1522‘de Rodos seferlerine katıldı, subaylığa yükseldi. 1526‘da katıldığı Mohaç seferinden sonra zemberekçibaşı (baş teknisyen) oldu. 1529‘da Viyana, 1529 - 1532 arasında Alman, 1532 - 1535 arasında da Irak, Bağdat ve Tebriz seferlerine katıldı. Bu son sefer sırasında Van Gölü’nün üstünden geçecek üç geminin yapımını başarıyla tamamlaması üzerine kendisine haseki unvanı verildi. 1536‘da Pulya (Puglia) seferlerine katıldı. 1538‘de yer aldığı Karabuğdan (Moldovya) seferi sırasında Prut Irmağı üstünde yaptığı bir köprüyle dikkatleri üstüne çekti. Bir yıl sonra mimar Acem Ali’nin ölümü üzerine onun yerine sermimaran-ı hassa (saray baş mimarı) oldu. Günümüzdeki bayındırlık bakanlığına eş düşen bu görevi ölümüne değin sürdürdü.

Mimar Sinan, Osmanlı İmparatorluğu’nun en güçlü olduğu çağında yaşamıştır. I. Süleyman (Kanuni), II. Selim ve III. Murat olmak üzere üç padişah döneminde mimarbaşılık yapmış, imparatorluğun gücünü simgeleyen mimarlık başyapıtlarının tasarlanıp uygulanmasında birinci derecede rol oynamıştır. Etkisi ölümünden sonra da sürmüş, her dönemde saygınlığını korumuştur. Atatürk ona ilişkin bilimsel araştırmaların başlatılmasını, onun bir heykelinin yapılmasını istemiştir. 1982‘de İstanbul’daki Devlet Güzel Sanatlar Akademisi çekirdek olmak üzere oluşturulan yeni üniversiteye onun adı verilmiştir. Sinan’ın yetişmesine ilişkin doyurucu bilgi yoksa da, dülgerliği Acemi Oğlanlar Ocağı’nda öğrendiği sanılmaktadır. Acemi Oğlanlar, başka işlerin yanı sıra yapı işlerinde de görevlendirilirlerdi. Sinan daha sonra ordunun yapı gereksinimini karşılayan birimlerinde görev almış, buradaki çalışmalarıyla öne çıkmıştır. Gerek ordunun bu birimleri tarafından gerçekleştirilen yapım ve onarım çalışmaları, gerek orduyla birlikte gittiği yerlerde görme olanağı bulduğu yapılar, Mimar Sinan’ın eğitiminin parçası olmuştur.

Çeşitli kaynaklara göre Sinan 84 cami, 52 mescit, 57 medrese, 7 okul ve darülkurra, 22 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa, 7 su yolu kemeri, 8 köprü, 20 kervansaray, 35 köşk ve saray, 6 ambar ve mahzen, 48 hamam olmak üzere sayılamayanlarla birlikte üç yüz elliyi aşkın eser yapmıştır. Elli yıla yakın bir süre Osmanlı İmparatorluğu’nun mimarbaşılığını yapmış olmasına karşın, bunların hepsini onun tasarlayıp uygulamış olduğunu söylemek güçtür. Çoğunluğu İstanbul’da olmak üzere imparatorluğun her yanına dağılmış bulunan bu yapıların bir bölümünü öğrencileri ya da ona bağlı mimarlar örgütü yapmış olmalıdır. Bunlar arasında onarımlar da vardır. Sinan’ın ilk önemli yapıtı İstanbul’daki Şehzade (Mehmed) Camii’dir. Kendisinin çıraklık dönemi yapıtı olarak nitelendirdiği bu cami, dört ayağın taşıdığı ve dört yarım kubbenin desteklediği bir kubbe ile örtülüdür. Dış görünüşlerin kitlesel etkisi azaltılmış, içerde ise daha aydınlık bir mekân oluşturma yoluna gidilmiştir. Onu izleyen Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Camii’nde ise yarım kubbelerin sayısı üçe indirilerek daha rahat bir iç mekân sağlanmıştır. Osmanlı - Türk mimarlığının en önemli yapılarından biri Süleymaniye Camii ve Külliyesi’dir.

Sinan kalfalık dönemi yapıtı olarak adlandırdığı bu yapıda İstanbul’daki Bayezid Camii’nde kullanılan taşıyıcı sistemi yinelemiş, dört ayak üstüne oturan kubbeyi giriş - mihrap yönündeki yarım kubbelerle desteklemiştir. Süleymaniye, darülkurrası, darüşşifası, hamamı, imareti, altı medresesi, dükkânları ve Kanunî Süleyman ile Hürrem Sultan’ın türbeleriyle büyük bir alana yayılmış kentsel bir düzenlemedir ve Türklerin dinsel yapılara toplumsal hizmet yapısı içeriği katmalarının en önemli örneğidir. Kubbe ve yarım kubbeler, yüklerini, uyumlu geçişlerle bir sonrakine iletirler. Yapı bu düzenden gelen bir dinginlikle, İstanbul’un Haliç’e bakan tepelerinden birinde yer alır. Dönemin önde gelen tüm sanatçılarının katkıda bulunduğu Süleymaniye, her ayrıntısıyla bir bütün olarak ele alınmıştır. Yedi yıl gibi kısa bir sürede bitirilmiş olması Sinan’ın mimarlıkta olduğu kadar örgütleme alanındaki dehasını da ortaya koyar. Yapının tarihine ışık tutan muhasebe defterleri de günümüze kalmıştır. Sinan yapı ile çatı örtüsü için en yetkin taşıyıcı sistemi, en yetkin biçimi bulmak yolunda deneyler yapmış, hatta zaman zaman geçmişte kullanılıp sonra terk edilen yöntemleri yineleyerek bunların nasıl ileri götürülebileceğini araştırmıştır. Kimi zaman bu tür deneyleri birbirine koşut olarak sürdüğü de görülür. İstanbul’daki Sinan Paşa Camii gibi kimi yapıları, kubbeyi altıgen bir plana oturtmayı denemesiyle Edirne’deki Üç Şerefeli Cami’yi anımsatır. Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan Camii’nde olduğu gibi ana mekânı tek bir kubbeyle örten camileri, erken Osmanlı dönemi camilerini düşündürür. Denemelerinin en ilginçlerinden biri gene İstanbul’daki Piyale Paşa Camii’dir. Burada kökenleri erken Osmanlı döneminden de önceye giden ve yapıyı çok sayıda küçük kubbe ile örten çok ayaklı cami şemasını ele almıştır.

Bütün bu deneyler onu başyapıtlarından birine, Edirne’deki Selimiye Camii’ne götürdükleri için önemlidir. Sinan ustalık dönemi yapıtı olarak nitelendirdiği bu camide daha önce İstanbul’daki Rüstem Paşa Camii’nde çözmeye çalıştığı bir sorunu, yani kubbeyi sekizgen bir plan üstüne oturtma düşüncesini uygulamıştır. Böylece, taşıyıcı ayaklar incelmekte, yükleri ileten öğelerin küçülmesiyle de kubbe, yapıdaki en önemli mekân belirleyici öğe durumuna gelmektedir. Sinan burada 31 metreyi geçen çapıyla en büyük kubbesini gerçekleştirmiştir. Külliyenin öteki yapıları camiye göre arka planda tutulmuştur. Selimiye, strüktüründen mekân oluşumuna, süslemelerine kadar klasik dönem Osmanlı - Türk mimarisinin önemli bir başyapıtıdır. Sinan öteki yapıtlarında da araştırıcılığını sürdürmüştür. Türbeleri buna örnektir. Şehzade Mehmet Türbesi’nde dilimli kubbe kullanmış, alışılmadık ölçüde süslü bir yüz düzenlemesine gitmiştir. Kanuni Süleyman Türbesi’nde de iç mekân ile dış görünüş arasında bir denge kurmak amacıyla örtü olarak, Osmanlı - Türk mimarlık geleneğinde çok sık kullanılmayan çift yüzlü kubbeyi seçmiş, iç kubbeyi yapının içindeki ayaklara, dış kubbeyi de dış duvarlara taşıtmıştır. II. Selim Türbesi’nde ise geleneksel altı ya da sekizgen plan yerine, yapı öğeleri arasında karşıtlık yaratan, köşelerin kesik kare planını seçmiştir. Sinan’ın, denemeci tutumunu öteki işlevlerde de sürdürdüğü gözlenir. Her zaman işleve, taşıyıcı sisteme, yapının bulunduğu yere göre en uygun olacak biçimi araştırmıştır. Yola çıkış noktası geleneksel biçim ve plan şemaları olmasına karşın, bunlara katı bir biçimde bağlı kalmamış, koşulların gerektirdiği yerlerde yeni biçimlere yönelmiş, böylece eski ile yeni arasında bir bağ oluşturabilmiştir.

Sinan’ın yapıları mimarlık bakımından olduğu kadar mühendislik bakımından da önem taşır. Bu nedenleser mimârân-ı cihan ve mühendisân-ı devran dünyadaki mimarların ve zaman içindeki mühendislerin başı diye anılmıştır. Yapılarının çoğunun 400 yıl sonra bile ayakta duruyor, hatta kullanılıyor olması, onların taşıyıcı sistemlerine olduğu kadar temellerine de özen gösterilmiş olmasındandır. Sinan’ın mühendis yanı su yollarıyla köprülerinde ortaya çıkar. Bunlarda zamanının sahip olduğu tüm mühendislik bilgilerini uygulamış, hatta kimi zaman onları aşan, ileri götüren tasarımlar gerçekleştirmiştir. İstanbul’un su sorununu çözmekle görevlendirilmiş, bentleriyle, tünelleriyle, su yolları ve su yolu kemerleriyle, biriktirme ve dağıtma yapılarıyla uzunluğu 50 km’yi aşan ve Kırkçeşme adıyla bilinen su yapılarını gerçekleştirmiştir. Süleymaniye Külliye’sine 53 milyon akçe harcanırken Kırkçeşme yapılarına 43 milyon akçe harcanmış olması da zamanında bunlara verilen önemin bir başka göstergesi olmaktadır. Sinan, köprülerini de en az öteki yapıtları kadar önemsemiş, toplam uzunluğu 635.5 metreyi bulan Büyükçekmece Köprüsü ile sağlam olduğu kadar güzel de olan bir yapıt diye övünmüştür. En geniş açıklığı örtecek kubbeyi, en ince ve uzun minareyi araştırmak, böyle bir minaredeki şerefelere birbirleriyle kesişmeyen üç merdivenle çıkmayı denemek, bu mühendislik dehasının yaratıcılığını ortaya koyan örneklerdir.


Eserleri (başlıca)

Şehzade (Mehmed) Külliyesi: 1543-1548,İstanbul;
Rüstem Paşa Külliyesi: 1544-1555, Tahtakale / İstanbul;
Barbaros Hayrettin Paşa Türbesi: 1546, İstanbul;
Hayrettin Paşa Hamamı (Çinili Hamam): 1546, Zeyrek / İstanbul;
Mihrimah Sultan Külliyesi: 1547-1548, Üsküdar / İstanbul;
Rüstem Paşa Medresesi: 1550, Cağaloğlu / İstanbul;
Süleymaniye Külliyesi: 1550-1557, İstanbul;
Zal Mahmut Paşa Külliyesi: 1551-1566, Eyüp / İstanbul;
Sinan Paşa Külliyesi: 1553-1555, Beşiktaş / İstanbul;
Kırkçeşme Su Yapıları: 1555-1563, Alibey Köyü / İstanbul;
Haseki Hürrem Sultan (Çifte) Hamamı: 1556, Sultanahmet / İstanbul;
Rüstem Paşa Kervansarayı: 1560, Edirne;
Mihrimah Sultan Külliyesi: 1562-1565, Edirnekapı / İstanbul;
Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi: 1564-1569, Lüleburgaz;
Büyükçekmece Köprüsü: 1566-1568, İstanbul;
Sultan Süleyman Kervansarayı: 1566-1567, Büyükçekmece / İstanbul;
Selimiye Külliyesi: 1567-1575, Edirne;
Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi: 1571-1572, Kadırga / İstanbul;
Piyale Paşa Camisi: 1573-1577, Kasımpaşa / İstanbul;
Sultan II. Selim Türbesi: 1574-1577, Ayasofya / İstanbul;
Sokullu Mehmet Paşa Camii: 1577-1578, Azapkapı / İstanbul;
Valide Sultan Külliyesi: 1577-1583, Üsküdar / İstanbul;
III. Murat Köşkü: 1578,
Topkapı Sarayı: İstanbul;
Kılıç Ali Paşa Camii: 1580, Tophane / İstanbul;
Şemsi Ahmet Paşa Camii:, 1580, Üsküdar / İstanbul.

Leia Mais…

Taş Çağı Sanatı

Anadolu’da Eski Taş Çağı (M.Ö. 600.000-10.000)
İnsanın düşünen hayvan olarak yavaş yavaş gelişmeye başladığı bu ilk uygarlık çağı Buzul Devri’ne rastlar ve onun dört bölümü ile orantılı olarak dört devreye ayrılır. Yarım milyon yılı aşan bu uzun süreç boyunca insan, henüz üretime geçmemiş olup, doğada buldukları ile geçinir. Erkek, hayvan avlayarak, kadın da bitki, böğürtlengiller ile küçük hayvanlar toplayarak geçimi sağlar. İnsanın medeniyet yolundaki ilk aşaması ateşin keşfedilmesidir. Bu büyük keşfin Eski Taş Devri’nin daha ilk evrelerinde, insanın alet kullanmaya başladığı zaman yapılmış olması gerektir. Alet olarak taştan tek ya da iki taraflı el baltası, uzun yaprak biçiminde bıçaklarla çalışıyorlardı. Eski Taş Devri sonlarına doğru, kemikten iğneler, mızrak uçları da kullanılmıştır. Üçüncü Buzul Devri’nde, insanın uygarlık yolunda en büyük aşaması, iki çakmak taşının birbiriyle sürtülmesinden meydana gelen ateşin keşfidir. Üçüncü ve dördüncü buzul devrinde, taştan, fildişinden heykelcikler ve mağaralarda da çok başarılı duvar resimleri yapılmıştır. Buzul çağında bazı bölgelerde, mezarlarda ölünün yanında bulunan yiyeceklerden de, hayatın ölümden sonra devam ettiğine inanıldığı anlaşılmaktadır. Antalya çevresindeki Karain, Beldibi ve Belbaşı mağaraları, Eski Taş Devri’nin sonlarında kullanılmışlardı.

Anadolu’da Orta Taş Çağı (M.Ö. 10.000-8.000)
Taştan aletler bu devirde daha çeşitli ve daha kullanışlı şekiller gösterir. Köpek ilk evcil hayvan olarak görülür. Devrin sonuna doğru gıda birikimine başlanmaktadır.

Anadolu’da Yeni Taş Çağı (M.Ö. 8.000-5.500)
Yukarıda söylediğimiz gibi insanoğlu iki ayak üzerinde dolaşmaya başladığı, aşağı yukarı bugünkü fiziksel yeteneklerine ulaştığı halde uygar denebilecek duruma ancak on bin yıl ön ce (M.Ö. 8.000 sıralarında), yerleşik olduktan sonra erişmiştir. Dünyanın birçok yerinde bu çağdan kalma küçük yerleşmeler gün ışığına çıkarılmıştır. Bunlardan en ileri düzeyde olan beşi Anadolu’daki Çayönü, Çatalhöyük, Hacılar, Norşuntepe ve Köşk Höyük yerleşmeleridir.

Halet Çambel, Robert J. Braidwood ve onların ardından Mehmet Özdoğan’ın Wulf Schirmer’le Diyarbakır yöresinde kazdıkları Çayönü yerleşmesi, C 14 (radyokarbon on dört) sonuçlarına göre M.Ö. 7250-6750 yılları arasına tarihlenmektedir. Yerleşmenin ortasında bir meydan ve onun çevresinde dikdörtgen anıtsal yapılar ve evler yer almaktadır. Binaların alt bölümleri taştan, üstleri kerpiçten inşa edilmişti. Çayönü yerleşmesinde oturanlar Anadolu’nun en eski çiftçileridir. Buğday yetiştirmesini, onu hasat etmesini ve öğütmesini biliyorlardı. Bunu, ele geçen aletler kanıtlamaktadır. Tarımın yanısıra hayvancılıktan da yararlanıyorlardı. Sofralarında koyun ve keçi eti bulunuyordu. Köpek ilk evcil hayvandı. Kadın heykelciklerı ana tanrıçaya daha bu dönemde tapıldığına işaret etmektedir
James Mellaart tarafından gün yüzüne çıkarılan Burdur civarındaki I- yerleşmesi, radyokarbon 14 ölçümlerine göre M.Ö. 7040 sıralarında meydana gelmişti. Burada yapılan kazılar sonucunda evlerde buğday, arpa ve mercimek, ayrıca keçi, koyun ve büyük baş hayvan kalıntıları bulunmuştur. Biricik evcil hayvan olarak daha Orta Taş Devri’nde ehlileştirilmiş olan köpek görülmektedir.

Konya yakınındaki Çatalhöyük yerleşmesinde ise M.Ö. 6500-5500 yılları arasında bin yıl süreyle, yeryüzünün ilk parlak uygarlığı böylece gelişmiş, eşsiz güzellikte sanat eserleri yaratılmıştır. En büyük başarılar arasında evlerin duvarlarını süsleyen renkli kabartmalarla renkli freskler gelmektedir. Tasvirler arasında av, dans sahneleri, çeşitli insan ve hayvan resimleri yer almaktadır. Fresklerden bir tanesi tarihin en eski manzara resmi olup bir yanardağı, belki de civardaki Hasan Dağı patlama sırasında tasvir etmektedir. Çoğunlukla dört, beş ev bir grup oluşturuyor ve bunların arasında bir tapınak odası bulunuyordu. Düşman saldırılarını önlemek için, sokakları olmayan bu yerleşmenin evlerinin duvarları kerpiçtendi, kapıları yoktu, herkes evine taşınabilir ağaç merdivenlerle damdan giriyordu. Duvarların en üst kısmında, çatıya yakın yerlerinde hava ve ışık için küçük deliklerden ibaret pencereler vardı. Her odada, kerpiçten yapılmış sedirler bulunuyor, bunların üstüne oturuluyor, öteberi konuyor, ayrıca yatmak için döşekler serilebiliyordu. Bu kerpiç sedirlerin içine etleri güneşte kurutulmuş ölüler gömülüyordu, ölülerin yanına güzel he iyeler bırakılıyordu. Böyle bir mezarda bulunan obsidyenden yontularak yapılmış ayna, şimdi Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ndedir.

Yukarıda sözü edilen tapınak odasının duvarlarında ve sedirlerinin kenarlarında boğa başları ya da boynuzları gömülü bulunuyordu. Böylece bu devirde tarımın başlaması ile boğalara tapma inancının ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Yeni Taş Devri’nde olduğu gibi daha sonraki Anadolu için de öküz ve boğa, yalnız doğa gücünün ve çoğalımın bir sembolü değil, ayrıca toprağın sürülmesinde gördüğü büyük iş bakımından tarımın da başlıca etkeniydi. Bununla birlikte Yeni Taş Devri Anadolusu’nda asıl tapılan varlık, sonraları tarihi devirlerde tanrı ana adını taşıyan, insan için bereket ve çoğalımın sembolü olan tanrıdır. Hacılar’da ve Çatalhöyük yapılan kazılarda tanrı ananın yüzlerce heykelciği bulunmuştur . Tanrı ana, daima çıplak olarak çeşitli şekillerde, yatmış, çömelmiş, uzanmış durumlarda ve özellikle doğum yapma sırasında tasvir edilmiştir. Tanrı ananın doğum yapma haliyle çok sık tasvir edilmiş olması, ona, özellikle insanlığın devamlılığını sağlayan, bereket ve çoğalımın sembolü olarak tapıldığını anlatmaktadır Çıplak tasvir edilmiş kadın heykeline Yeni Taş Devri’nde, birçok Akdeniz ve Yakındoğu ülkelerinde rastlanması, ana tanrıçanın yeryüzünün bu bölgelerinde egemen olduğuna işaret etmektedir.

Anadolu Kültür Tarihi-Ekrem Akurgal-TÜBİTAK Yayınları

Leia Mais…
17 Şubat 2009 Salı

Sanat Tarihi Nedir?

Sanat tarihi, Görsel sanatların tarihsel evrimini inceleyen bilim dalıdır. Sanatın tanımına dair fikirler tarih boyunca sürekli değişmesine rağmen, sanat tarihi, sanattaki değişimlere bir sistem çerçevesinde bakarak bunları sınıflandırmayı, yaratıcılık yoluyla şekillendirilmelerini anlamayı ve yorumlamayı amaç edinir.

Sanat tarihi araştırmalarının başlıca iki ilgi alanı vardır. Bunlardan birincisi şunları kapsar:


1. Belli bir sanat yapıtını kimin yaptığını bulmak,
2. Bir sanat yapıtının gerçekten, öteden beri yaptığına inanılan sanatçı tarafından yapılıp yapılmadığını belirleyerek özgünlüğünü saptamak,
3. Sözkonusu yapıtın belirli bir kültürün gelişim çizgisi ya da bir sanatçının meslek yaşamı içinde hangi aşamada gerçekleştirildiğini belirlemek,
4. Geçmişte bir sanatçının kendisinden sonrakiler üzerinde yarattığı etkiyi değerlendirmek ve sanatçıların yaşamlarına ilişkin bilgi toplamak,
5. Belirli sanat yapıtlarının önceki sahip ve yerlerini (kökenini) belgelemek.


Sanat tarihi araştırmalarının ikinci önemli ilgi alanı, sanat geleneklerinin üslupsal ve biçimsel gelişimlerinin büyük ölçekte ve geniş bir tarihsel perspektif içinde kavranmasıdır. Bu da temelde çeşitli sanat üsluplarının, dönemlerin, akımların ve tarihsel okulların sayımı ve çözümlemesini içerir. Sanat tarihi ayrıca görsel sanatlarda dinsel simge, tema ve konuların çözümlenmesiyle uğraşan ikonografiyi kapsar.

Sanat tarihçiliği büyük ölçüde uzmanların geniş deneyimlerine, içgüdüsel yargılarına ve eleştirel duyarlılıklarına dayanır. Ayrıca sanatın içinde yaşadığı ve çalıştığı tarihsel ortamın ayrıntılarıyla bilinmesi ve sanatçının düşünce, yaşantı ve kavrayışlarının duygudaşlık temelinde anlaşılması gereklidir. Sanat tarihi araştırmalarında çıkarımın kilit bir işlevi vardır; bir yapıtın sanatçısı, bir imza, o döneme ait yazılı belgeler ya da köken belirleyici başka yollarla kesin biçimde saptanabilirse, benzer ya da yakın özellikteki yapıtlar bunun çevresinde gruplandırılabilir, o sanatçıya ya da döneme bağlanabilir. Modern sanat tarihçilerinin çok eski zamanlardan bu yana üretilmiş sanat yapıtlarını kapsayan bilgi birikimi bu tür yöntemlerle sağlanmıştır.

Leia Mais…

DÜNYA RESİM TARİHİ VE ÇAĞDAŞ SANAT AKIMLARI


Resim sanatına ait ilk izlere Yontma Taş Devri’ nde rastlıyoruz. Bu devir insanlarının, uçları yanmış tahtalarla yaptıkları mağara duvar resimleri daha çok av sahnelerini canlandırırdı. Zamanla mimari yapılara verilen önem nedeniyle resim sanatının gelişimi durmuş, fakat süsleme ve bezeme alanında büyük ilerlemeler görülmüştür. Ortaçağda renkli taşları yan yana dizerek yapılan mozaik resimler, kiliselerin vazgeçilmez süslerinden olmuştur.Ayrıca fresk çalışmalarıda resim sanatının gelişimine aşık tutmuştur. Minyatür sanatının( kitap yazma ve resimleme) da ortaya çıkması bu döneme rastlar.Ortaçağın sonuna doğru resim sanatına temel olacak bazı kuralları, Giotto adındaki italyan ressam tablolorında uygulamıştır. Sanatçı o güne kadar resimlerde uygulanmayan “ konunun yeri, perspektif, açık-koyu “ gibi unsurları işleyerek resmin babası ünvanını almıştır.


Leonardo-Monalisa





RÖNESANS DÖNEMİ:
Yeni çağın resim sanatına, fransızcada “ yeniden doğuş” anlamına gelen Rönesans adı verilmiştir. Bu dönemin uyguladığı kurallar resim sanatının temelini oluşturmuştur.Klasik resim anlayışına örnek olmuş ve tüm sanat kurallarını içermiştir.Rönesans heykelinde anatomi ve ideal görüş uygulanıyordu. Heykelde Donatello, Michalengelo, resimde Leonardo ve Raffael gibi değerli sanatçılar yetişti.
Bu dönemde dini kuralların dışına çıkılıyor ve dünya ile ilgili olanlar önem kazanıyor. Portre ile doğa parçaları gerçekçi bir gözle izleniyordu. Rönesans mimarisinde gotik
üslubun unsurları tamamen kalktı. Resimde oylum derinliği önem kazanıyor ve gerçekçilik ile idealizm birbiri içinde eritiliyordu.Bilimsel perspektifin resim için esasları tesbit edilmişti. Yağlıboya tekniği Hollandalı Van Eyck kardeşler tarafından bulunuyor ve resimde derinlik anlayışı yepyeni bir teknikle ifade ediliyordu.
Rönesansın son dönemlerinde barok üsluba eğilimler görülüyor ve bu Geç Rönesans döneme Maniyerist Üslup dönemi denmiştir.
Bu dönemde ortaya çıkan Neo-Klasizm sanat görüşü, konuların dini ve mitolojik yönden ele alınmasının yerine; doğadan aile hayatından alınmasını istemişti.

LÜMİNİSTİK SANAT( Işıkçı sanat): Rembrandt ve Tiziano yeni bir görüşle, resimlerinde göstermek istedikleri kısımları aydınlatıyorlar, diğer yerleride gölgeler içerisinde bırakıyorlardı. Bu tarzda çalışan sanatçılarda Lüministik Sanat (ışıkçı sanat) gurubunda yer aldılar.

ROMANTİZM: ( 1810- 1850 ):Sanatta bir akım olup, bir üslup aşaması değildir. Romantizm yalnız efsanevi, antik ve dinsel ortaçağ konularının değerlendirildiği bir anlayış olup, özellikle resimde değişik tenkin değerler göstermektedir. Konuları daha çok duygusal yönden ele aldılar. Edebiyat, müzik ve şiirde de etkili olmuştur. Genellikle manzara ve toplum yaşantısını ele alan bu gurubun ressamları, doğa ve insan sevgisini belirtmeğe çalışmışlardır. Romantik bir heykel sanatı olmamıştır.Bu akımın öncü sanatçıları; Delacroix, Corot, Goya ‘dır.

NATÜRALİZM: Güzel sanatlarda ışık-gölge, oranlar, renk değerleri ve karakteri, optik görünüş içinde yansıttırma anlayışıdır. Bu anlayışta ki bir eser ,doğayı detaylarıyla içine alır. Natüralizm’de doğaya mümkün olduğunca sadık kalınır. Natüralizmi realizm ile karıştırmamak lazım. Realizm yani gerçekçi anlayış ise bir şeyin gerçek karakterini göstermek için onun gerçek unsurları örten detaylardan ayırarak ortaya çıkarma işidir. İdealizm ise natüralizm ve realizmin aksine insanın bir ideale göre anlatım görüşüdür. Natüralizm barok ile gelişir. 19yy payzaj resmi natüralizmi çok kullanmıştır.

ÇAĞDAŞ SANAT AKIMLARI:

REALİZM( Gerçekçilik):
1839 yılında ortaya çıkan Realizm, konu ve üslup bakımından yaşamı ve doğayı olduğu gibi yansıtma, biçimleme anlayışıdır. Toplumun yaşamını gerçek boyutlarıyla ortaya sermektir.Realizm anlayışı içinde, doğadaki oranlar, plastisite, renk ve ışık değerleri aynen yansıtılmaya çalışılır. Öncü sanatçıları; Millet, Courbet ve Daumier ‘dir.

EMPRESYONİZM( Izlenimcilik) : Avrupa resminde ilk olarak geleneksel resimden ayrılmayı başaran ve Rönesans’tan beri izlenilen atölye resminin siyah-beyaz, ışık-gölge ve bilimsel perspektif kurallarının çözülmesine başlangıç olan sanat eğitimi. Bu akım 1877’ de Paris’te doğmuştur. Empresyonizm, doğadan alınan izlenimleri güneşin yedi rengi ile boyama anlayışına dayanır. Çizgi ve resim inşaası ortadan kalkmış ve renklerle izlenimler, karalama fırça notları olarak tuvale aktarılmaya başlanmıştır. Böylece resimde satıhlaşma doğmuş ve çizgi perspektifi de tarihe karışmıştı. Bu akım bundan sonraki bir çok akım için hareket kaynağı olmuştur. Bu akımın bazı özellikleri daha önceki çağlarda Velezquez, Goya, Turner, Delacroix ‘de görülmekteydi.
Ancak bu ressamlar doğadan aldıkları izlenimleri güneş renklerini kullanmadan resmetmişlerdi. Bu akımın kurucuları atelye çalışmalarından çok açık havada çalışmaya önem vermişlerdir. Çünkü aradıkları canlı ve temiz renkleri açık havada bulmuşlar, koyu ve karanlık renklere resimlerinde yer vermemişlerdir. Renk karışımları ile eşyanın hacim etkisi sağlamaya çalışılmıştır. Bu akımın öncü sanatçıları; Manet, Monet, Sisley, Renoir, Degas, Pisarro ve Cezanne’dir.

PUVANTİLİZM( Noktacılık): Neo-Empresyonizm(Yeni izlenimcilik) diyede sanat tarihine geçmiş olan bu akım Empersyonist görüşlerin etkisinde kalmış ve bir bakımada onun devamı sayılır.
Puvantilistler bilimsel metodlarla renk karışımını uygulamışlardır. Amaç göz yolu ile renk karışımını sağlamaktır. Bu akımın sanatçıları renkleri paletlerinde karıştırmayıp direk tuval üzerinde noktalar halinde koyarak çalışıyorlardı. Öncü sanatçıları; Seurat ve Signac’tır.

POST EMPERSYONİZM( Art izlenimcilik): Empresyonizm akımının etkisinde kalan fakat onun sınırlı kurallarına bağlanmayan sanatçıların yoludur. Empresyonizmin ışık renkleri ile atmosfer oyunlarına önem vermeyerek, eşyayı sağlam bir inşa içinde göstermek isteyen ve güneş renkleri ile yetinmeyerek bütün renkleri paletlerine alan ve doğayı yeniden biçimleyen ressamlardır. Sanatçının kendi mizacınıda resmin konusu içine alan bir akımdır. Öncü sanatçıları; Cezanne, Van gogh, Gauguin, Lautrec ve Munch’tur.

FOVİZM(Yırtıcılık): Bu akımın öncüleri; Matisse, Dufy, Vilaminck, Derain’dir. Resimlerinde renkler bir birlerine hemen hemen hiç karışmamış, biçimlerde de derinlik yoktur. Bir tabloya bakarken onun neyi göstermek istediğini unutmak gerek diye düşünüyorlardı.

EKSPERSYONİZM(Anlatımcılık): Ekspersyonizm bir hayat anlayışı, bir dünya görüşüdür. Fakat bu görüşte önemli olan ruh durumudur. Doğa ikinci planda kalır.Bu akımın sanatçıları kendilerini boğan,ezen ızdırapları sanatlarına sokmuşlar, haksızlıklara karşı olan isyanlarını renk ve biçim görüşüyle anlatmaya çalışmışlardır. Yapıtlarında kadın vücutlarını çekinmeden çirkinleştiriyorlar, insan yüzlerini korkunç ve iğrenç görünümde çiziyorlardı.Çizgileri kaprisli, renkler ise fovistlerinki kadar cesaretliydi. Sanatçıları; Van Gogh, Munch, Kırchner, Nolde, Rouault, Modigliani.


FÜTÜRİZM(Dinamizm-hareket): 1909’da İtalya’da önce şiir de sonra resimde ortaya çıkan görüş. Geçmiş ve geleneksel görüşleri reddeden bir akımdır. Fütürizm de yapılmak istenen şey; evrendeki hareketin bir anını resmetmek değil, hareketin kendini duyurmaktır. Bu akıma göre herşey hareket halindedir ve değişmektedir. Hareket halindeki varlıkların gözde bıraktıkları etki algılanıncaya kadar hareket yeniden değişir. Bu nedenle koşan bir at dört değil yirmidört ayaklıdır ve ayaklarının hareketi de üçgen biçimindedir. Fütürizm, aynı anda çeşitli yaşantıları değerlendirmek için saydam kübist eşya analizini kabul etmiştir, hareket çıkış noktası olmuştur. Sanatçıları Boccioni, Balla, Severeni’dir.

KÜBİZM : Picasso ve Braque’nın çalışmalarının etkisinde adlandırılan bir sanattır. Kübizm, doğa görünüşlerini geometrik bir parçalamaya tabi tutup, tablo yüzeyini doğa unsurrlarından kurtararak yeniden inşa etme amacını güder. Figürün tümünü basitleştiren geometrik inşaaya sentetik kübizm, bir figürün her taraftan görünüşünü dikkate alarak yapılan parçalamaya ise analitik kübizm denir. Bu hareketin çıkış noktası Cezanne’nin her cismi bir koni, silindir, prizma gibi üç boyutu olan geometrik oylum üzerine oturtmak amacından doğmuştur.
Bu akımın sanatçıları, empresyonizmdeki renk oyunları yerine varlıkların geometrik biçimlerini ön plana alıyorlardı. Öncü sanatçıları; Brague, Griss, Leger ve kurucusu olan Picasso ‘dur.

ORFİZM: Kübizmin bir kolu olan, renge ve renk uyumuna önem veren sanat anlayışıdır. Delaunay’ın resimlerinde , Picasso ve Brague kübizminin aşıldığı, şiirli ve müzikli bir anlatıma varıldığı açıklanmıştır. Bu sanatçı ve akımın özelliği; İzlenimcilerin saf renklerine bağlı olup, Seurat’ın yaratıcılığını da begenirdi. O, saf anlatımın, simültane kntrastlar üzerine kurulması gerektiğine ve bunun, renklerin dinamizmini ve varlığını anlatmak için biricik olanak olduğuna inanıyordu.

DADAİZM: Birinci dünya savaşı sonucu olarak Fransızca daki “tahta at” kelimesinden alınmış bir sanat akımıdır “1916” . Bu akımın amacı sanat değildi. O, Avrupa uygarlığının beylik değerlerini ve savaşa karşı alınmış bir cephe ve protesto idi. Dadacılar, kağıt, tahta v.b malzemeleri yapıştırarak kolaj türü çalışlmalar yapıyorlardı. Bu akımın en ilginç yanı; sanata karşı bir sanat akımı olmasıdır. Dadaistlerin tek amacı saldırmak, kızdırmak, olmayacak şeyler yapıp insanlık adına yapılan soytarılıkları parça parça etmekti. Bu hareket daha sonraki sürrealist akıma zemin olmuştur. Sanatçıları; Duchamp, Picabia, Arsenberg’ dir.
SÜRREALİZM ( Gerçeküstücülük) : Sürrealist ressemlar, doğanın mantıki görünüşünü değil, insanın bilinçaltında ve rüyalarındaki dünyasını göstermek istemiştir. 1924 te Andre Breton tarafından ortaya atılmıştır. Edebiyat veresim alanında eser vermiştir. Öncü sanatçıları; Chirico, Salvador Dali, Chagall, Klee, Miro dur.

SEMBOLİZM (Simgecilik) : Fransa ‘da 1880 yıllarında önce edebiyatta, sonra resim de ortaya çıkmıştır. Realizme ve Empresyonizme karşı çıkan ve düşünceyi sembollerle ifade etmeyi deneyen bir sanat görüşüdür. Dini ve mistik öğelere ağırlıklı olarak yer verildi. Öncü sanatçıları ; Gustave Moreau, Chavannes, Redon ve Belçikalı Ensor’ dur.


Doğa görüntülerine bağlı olmayan bu sanat akımı, 20. Yy’ın resim ve heykel anlayışında yeni bir dünya göüşüdür. Soyut sanat, eşya, doğa ve canlıların görünüşlarinden faydalanmayı reddedip, resimde renk, çizgi ve düzlemleri düzenleyerek bunlarla heyecan verici kompozisyonlara ulaşmayı amaçlar. Soyut sanatı ilk ortaya atan 1910 yılında ilk eserini veren Kandinsky olmuştur. Soyut sanat ile nonfigüratif sanatı birbirinden ayırmak sorun olmuştur. Bu sanatın başlangıcı doğadandır, sonu ise doğadan tamamen uzaklaşmıştır. Oysa nonfigüratif te, başlangıçtan itibaren, doğaya bağlı olmadan bir çalışma söz konusudur. Öncü sanatçıları; Kandinsky ve Mondrian’ dır.

POP-ART : Popüler sanatın kısaltılmış adıdır. Pop-art ismi 1954’te İngiliz sanat eleştirmeni Lawrence Alloway tarafından kullanıldı. 1960’lardan bu yana İngiltere ve Amerika’da ayrı ayrı doğup gelişmiş bir sanat akımıdır. Özellikle Amerika’da günümüzün en yaygın anlayışıdır. Pop-art, Dadacıların kolajlarından tutunda kendinden önceki öncü akımları adeta yeniden fakat daha kuvvetle canlandırmakta ve sürdürmektedir. Bu akım sanatçıları, endüstri ürünü artıklarından güzete parçalarına, insan ile diğer canlı ve eşyalardan alınmış mulajlardan, hazır doğa nesnelerine kadar nu bulunursa kullanılmış ve bir sanat yapıtı olarak sunmuşlardır. Pop-art gerçek ile görüntünün farkını çarpıcı bir biçimde ortaya koyar ve makineleşmiş hazırcı insanı eleştirir. Pop-art teknikleri içinde şablonlar, boya tabancası, baskı resimler, ipek baskının tuval resminde kullanılması vardır. Amerikalı Pop-art sanatçıları; Lichtenstein, Warhol gibi …İngiliz Pop-art’ çılar; Paolozzi, Hamilton, Peter Blake, Allan Jhones, vb.

OP-ART: Lekecilik ve hareket resmine karşı 1960’tan itibaren optik sanat anlamına gelen Op-art gelişti. Bu anlayışta, sanat yapıtını kurallarla bilimsel olarak düzenleme önem kazandı.Rastlantıya dayanan içgüdüsel otomatik yazı resmi( içgüdüsel-nonfigüratif), bu anlayışın tam karşıtı olmaktadır. Op-art resimde üçüncü boyut etkisini verme eğiliminin soyut sanatta ortaya çıkan şeklidir. Bunun için geometrik biçimler ritmik biçimde düzenlenmiş ve bu biçimler üzerinde renkle modle yapılmıştır.
Op-art, yeni konstrüktivist, geometrik biçimleme yöntemleriyle akrabadır ve onların olanaklarından geniş olarak yararlanmıştır. Josef Albers ile Vasarely’nin temsil ettiği Op-art, optik aldatmalara dayanan çalışmalara sahiptir. Ve resim sanatına, aldatıcı bilimsel perspektif resmine itibar etmeyen yeni bir konstrüktivizm ve doğasal olmayan yeni bir optik görüntü getirmiştir.
SÜPREMATİZM: Soyut geometriciliği benimseyen bir resim anlayışıdır. Bu terimi Maleviç kendi geometrik soyutlaması için kullanmıştır. Maleviç 1913’te sanatı objeye bağlı görüşten kurtarmaya çalışmıştır,bunuda kübizmin ışığında yapmıştır. Maleviç soyut resimde bulunan bütün ekspresyonist ve hikayeci öğelerin ortadan kaldırılmasını ve mutlak saf biçimlerin, basit uyumların kurulmasında kullanılmasını önermektedir. Süprematistler açı, çember, dikdörtgen ve haç biçimlerini kullanmışlardır.

Leia Mais…

Albrecht Durer

Albrecht Durer isimli 1471-1528 yılları arasında yaşamış bir ressam. 18 çocuklu bir ailenin resimle ilgilenen 2 erkek çocuğundan biri. İki kardeşin de resme karşı olağanüstü bir ilgileri ve yetenekleri var. Her ikisi de sanat okuluna gidip büyük bir ressam olma hayali kuruyorlar. Aile ise bu durum karşısında çaresiz. Madencilik yaparak geçinmeye çalışıyorlar ve karınlarını zor doyurabilmekteler.
Bu durum karşısında iki kardeş kendi aralarında kura çekmeye ve kazananın sanat okuluna gitmesine, geride kalanın daha çok çalışıp diğer kardeşi okutması yönünde bir karar alıyorlar.

Albert ve Albrecht arasındaki bu kurada okula giden dönüşte diğer kardeşi okuması için okula gönderecek ve kendisi de madende çalışacaktı. Kurayı kazanan Albrecht okula gider ve bütün öğretim görevlilerini kendine hayran bırakarak çok büyük başarılar elde eder. Okulu birincilikle bitirdiğinde yöredeki bütün okullarda ismi bilinmektedir. Eve büyük bir gururla döner.

Ailesi Albrecht onuruna güzel bir yemek verir.Kendisini öven konuşmalardan sonra Albrecht söz alır ve kendisine bu başarıları yaşatan kardeşine teşekkür eder. Simdi sıranın kardeşinde olduğunu ve okumaya göndereceği kardeşi için madende çalışmaktan büyük gurur duyacağını söyler.Kardeşinin yanıtı ise; "İmkansız sevgili kardeşim" seklindedir. "Seni okulda okutabilmek için çalıştığım senelerde bütün parmaklarım madende defalarca kirildi ve değil kalem tutmak,senin şerefine su şarap kadehini bile zor tutuyorum". Kardeşinin durumuna hakikaten üzülen Albrecht ise kendisini dünyanın en ünlü ressamları arasına sokan o ellerin, kardeşinin ellerinin resmini çizer.

Yukarıda gördüğünüz bütün dünyanın 'Praying Hands' (Dua eden eller) olarak bildiği esas ismi 'Hands' (Eller) olan resim Albrecht Durer'in kardeşinin elleridir.




Leia Mais…
11 Şubat 2009 Çarşamba

küre dağları

Leia Mais…

çicek

Leia Mais…

Leia Mais…

İnebolu

Leia Mais…

Köy kedisi

Leia Mais…

İnebolu/Özlüce gün batımı

Leia Mais…

gelincik türü

Leia Mais…

bögürtlen1

Leia Mais…

bögürtlen

Leia Mais…

gökyüzü

Leia Mais…

kedim

Leia Mais…
10 Şubat 2009 Salı

Leia Mais…

İmzam

Leia Mais…

Leia Mais…

Leia Mais…

Leia Mais…

Leia Mais…

Leia Mais…